Ana Sayfa

Luigi Pirandello: Bir Dehanın Unutulma Hikayesi

1 dk okuma

Luigi Pirandello, 20. yüzyılın başlarında İtalyan dramının önde gelen isimlerinden biriydi. Oyunları Avrupa ve ABD'de büyük ilgi görüyor, hatta 1934'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanıyordu. Jean-Paul Sartre gibi önemli düşünürler onu modern dramatistlerin en günceli olarak nitelendirirken, Samuel Beckett'ın Waiting for Godot prömiyeri bile Pirandello'nun eserleriyle kıyaslanıyordu. Ancak tüm bu şöhrete rağmen, Pirandello 1980'lere gelindiğinde Avrupa edebiyatında neredeyse unutulmuş bir figür haline geldi. Bu durumun temel nedeni, onun faşist ideolojiye olan bağlılığıydı.

Pirandello'nun eserleri, bireyin bakış açısıyla dünyayı anlama arayışına odaklanan, son derece gelişmiş bir üsluba sahipti. Romantizm ve duygusallıktan uzaklaşarak, ironik bir öz-bilinçle, bireysel özgürlük için mücadele eden karakterler yarattı. Bu proto-varoluşçu yaklaşımıyla 20. yüzyıl insanının parçalanmış zihniyetini ustaca ifade etti ve toplumsal etkilerini eleştirdi. Sanatını, efsanevi ve otoriter bir İtalyan geçmişini yüceltmek için kullanmış olsa da, bu durum başlangıçta eserlerinin çekiciliğini azaltmadı.

Ancak zamanla faşist geçmişi, Pirandello'nun mirası üzerinde ağır bir gölge oluşturdu ve özellikle Kuzey Amerika'da okuyucu kitlesinin azalmasına neden oldu. Eserlerinin çevirileri sınırlı ilgi görüyor ve doğrudan değil, halefleri aracılığıyla etkisini sürdürüyor. Pirandello'nun faşist varoluşçuluğunun bu karmaşık karışımı hakkında ne düşünmeli ve etkisini nasıl değerlendirmeliyiz sorusu güncelliğini koruyor. One, None, and a Hundred Grand romanının yeni bir baskısı, bu soruları yeniden ele almak için bir fırsat sunuyor.

İçgörü

Pirandello'nun faşist ideolojisi ile sanatsal dehasının karmaşık ilişkisi, bir sanatçının mirasının nasıl değerlendirilmesi gerektiği üzerine önemli soruları gündeme getiriyor.

Kaynak