Gerald Weinberg'in tanımına göre bir problem, algılanan ile arzu edilen durum arasındaki farktır. Bu tanım, sorunlara yaklaşmak için üç temel yol sunar: dünyayı arzu edilen duruma getirmek, mevcut duruma ilişkin algımızı değiştirmek veya arzu edilen durumu değiştirmek. İlk bakışta son iki yaklaşım, sorundan kaçmak gibi görünse de, çoğu zaman sadece uygulanabilir değil, aynı zamanda en uygun çözümler olabilirler. Bu yöntemler, problemi yeniden çerçevelemeyi ve farklı bir bağlama oturtmayı zorlar.
Arzu edilen durumu değiştirmek, daha kolay veya kısmi bir çözüme ulaşmayı sağlayabilir. Örneğin, tam çözüme ulaşmak yerine, maliyetin %20'siyle işin %80'ini halleden kısmi bir çözüm (yeni arzu edilen durum) bulmak mümkündür. Mevcut duruma ilişkin algıyı değiştirmek ise, mevcut durumun arzu edilene yeterince yakın olduğunu fark etmemizi ve dolayısıyla sorunun şu an ele alınmasına gerek olmadığını anlamamızı sağlayabilir. Bir problemi çözmemeye karar vermek de bir çözümdür. Bu stratejiler, genellikle fırsat maliyetlerini ve takasları anlama konusundaki eksikliklerimiz veya başkalarına "hayır" demenin zorluğu nedeniyle yeterince kullanılmaz.
Özellikle girişimciler ve ürün yöneticileri, sürekli olarak bu tür takaslarla yüzleşirler. Başlangıçtaki dağınık finans veya İK sorunları gibi problemler, ürün geliştirme veya büyüme hedeflerine ulaşmaktan daha düşük öncelikli olabilir. Bu durumda, başlangıçta minimal bir çözümle yetinmek rasyonel bir adımdır. Yüksek standartlarda bir çözüm için baskı olsa bile, buna direnmek disiplin ve zihinsel berraklık gerektirir. Ürün yöneticileri için de benzer bir durum geçerlidir; mükemmel bir ürün imkansız ve anlamsızdır. Önemli olan, sorunların %90'ına "hayır" deyip gerçekten önemli olan %10'a odaklanmaktır.
Problemleri sadece mevcut durumu değiştirerek değil, aynı zamanda beklentileri veya algıları yeniden tanımlayarak da çözebilmek, daha verimli ve stratejik kararlar almayı sağlar.