Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, merkez bankalarının elindeki ABD doları cinsinden varlıkların toplam döviz rezervleri içindeki payı, üçüncü çeyrekte %56,9'a gerileyerek 1994'ten bu yana en düşük seviyesine indi. Bu düşüş, ikinci çeyrekteki %57,1 ve ilk çeyrekteki %58,5'lik oranların ardından geldi. ABD Hazine tahvilleri, ipotek destekli menkul kıymetler ve diğer dolar cinsinden varlıkları içeren bu rezervler, Fed dışındaki merkez bankaları tarafından tutulanları kapsıyor.
Doların payındaki bu gerileme, merkez bankalarının ABD doları cinsinden varlıklarını topluca sattığı anlamına gelmiyor. Aksine, bu bankalar dolar varlıklarına küçük eklemeler yapmaya devam ettiler. Ancak, son on yıldır dolar cinsinden varlıkların miktarı büyük ölçüde değişmezken, merkez bankaları "geleneksel olmayan" ve daha küçük birçok para birimi cinsinden varlıklara daha fazla yatırım yaparak portföylerini çeşitlendirdi. Bu durum, doların toplam rezervler içindeki oransal payının düşmesine neden oldu. Doların payı %50 çizgisine doğru gerilese de, diğer tüm para birimlerinin toplam ağırlığına eşit olsa bile, dolar hala açık ara en büyük rezerv para birimi olmaya devam edecek.
Ancak bu durumun önemli sonuçları var. En üst rezerv para birimi olmak, ABD'nin Hazine tahvilleri gibi dolar cinsinden varlıklara olan talebi artırarak daha ucuza borçlanmasına yardımcı oluyor. Bu sayede ABD, devasa ticaret ve bütçe açıklarını onlarca yıldır finanse edebildi. Rezerv para birimi statüsündeki bu sürekli düşüş, dolar borcuna olan talebi azaltacağı için, ABD'nin bu ikili açıkları sürdürmesini gelecekte daha zor hale getirebilir. Doların payı 1990 ve 1991 yıllarında da %50'nin altına düşmüştü; bu dönem ABD'de yüksek enflasyon, faiz oranları ve resesyonlarla karakterize edilmişti. Fed'in enflasyonu kontrol altına almasıyla dolar varlıklarına olan güven yeniden tesis edilmişti.
ABD dolarının küresel rezerv para birimi statüsündeki düşüşü, ülkenin borçlanma maliyetlerini ve ikiz açıklarını finanse etme yeteneğini etkileyebilir.