José Saramago'nun "Ölüm Bir Kere Bile Uğramadı" adlı spekülatif kurgu romanı, ölümün aniden durduğu bir dünyayı tasvir ederek, başlangıçta sevinçle karşılanan bu durumun doğal düzeni nasıl altüst ettiğini gözler önüne serer. Ancak gerçek dünyada, hücrelerin sağlıklı kalması için apoptoz, bağışıklık sisteminin enfekte hücreleri yok etmesi ve besin zincirlerinin işleyişi gibi nedenlerle ölüm ve çürüme kaçınılmaz ve gereklidir. Bu doğal süreçler olmadan yaşamın sürdürülebilirliği imkansızdır.
Makale, ölüm sonrası bedeni ayrıştıran mikroplar topluluğu olan thanatomicrobiome'un her zaman var olmadığına dair şaşırtıcı bir hipotezi inceliyor. Hatta binlerce yıl boyunca, ölü bedenlerin çürümeden kaldığı, yeryüzünün bozulmamış cesetlerle dolu bir mezarlık olabileceği öne sürülüyor. Bu iddia ilk bakışta inanılmaz gelse de, MÖ 1326'da doğmuş ve antik Babil'de bir tapınakta yaşamış on beş yaşındaki katip çırağı Ninsikila-Enlil'in günlüklerinde bazı kanıtlar bulunuyor.
Ninsikila-Enlil'in kil tabletlere yazdığı günlükler, "Sonsuz Huzur Çukuru" olarak adlandırılan bir yere ölülerin nasıl yerleştirildiğini anlatır. Bu çukurun derinliği tam olarak belirtilmese de, içine atılan bedenlerin yüzyıllar boyunca çürümeden kaldığı ve dibe doğru kaydığı, düşüş seslerinin bile yüzeye ulaşmadığı ifade edilir. Ninsikila'nın yazılarındaki pasajlar, ölenlerin bedenlerinin günler sonra bile ilk günkü gibi bozulmadan kaldığını, hatta büyükannesinin ellerindeki çatlakların bile aynı şekilde durduğunu belirtir. Bu gözlemler, o dönemde çürüme sürecinin günümüzdeki gibi işlemediğine dair güçlü bir ipucu sunmaktadır.
Çürüme sürecinin evrensel ve değişmez bir gerçeklik olmadığını, tarihin belirli dönemlerinde ölü bedenlerin bozulmadan kalabildiğini gösteren kadim kanıtlar, biyolojik anlayışımızı sorgulatıyor.